Zor Bir Şehirde Vali Olmak
...
Cengiz Aksan köşe yazısı;
Bir idareci için en zor şehirlerin başında gelir Şanlıurfa.
Kentin nev-i şahsına münhasır yapısı idareciler için her zaman bir ‘zor’luk oluşturmuştur.
Coğrafi büyüklük, kalabalık nüfus, etnik ve demografik yapı, aşiretlerin toplum üzerindeki etkisi, globalleşen dünyaya rağmen feodaliteyi yaşatmadaki ısrar, siyasetin bürokrasiye hükmetme çabası, göçmen nüfusu ve benzeri realiteler bu şehrin ‘zor’ bir şehir olmasına fazlasıyla yetiyor.
Tüm bunların yanında rutin devlet işleyişi, kurumların idaresi, çözüm bekleyen bürokratik sorunlar ve şehrin dinamik sosyal hayatı için su terazisi hassasiyetinde gözetilmesi gereken dengeler… Bu zor coğrafyada görev yapmak gerçekten her idarecinin harcı değil. Esasında Urfa, idare-i maslahat politikası ile görev yapmak isteyen, o meşhur ‘karışma, görüşme, bulaşma’ kolaycılığına kaçan idareciler için kolay bir yerdir. Gelirsin, oturur süreni doldurur ve gidersin. Bir taraftan rutin devlet işlerini yürütmek, bir taraftan da halkın içinde olup onların gönüllerini kazanarak adil bir idarecilik yapmak da, köklü çözümlerden uzak durup günü ve görüntüyü kurtararak görev süresini doldurmak da mümkün.
Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin, ilk tanıma uyan idarecilerden. Zamanı mıdır bilmiyorum ama, bazen yazma isteği hasıl olunca kelimeler yazıya dönmek için sabırsızlanıyor.
Kişileri, özellikle de yöneticileri konu edinen yazılar gazeteciler tarafından çok tercih edilmez. Siz ne kadar samimi olursanız olun, bu tür yazılar hep bir tarafa çekilmeye müsaittir. Hele bir de yönetici lehine olumlu kanaatler barındırıyorsa. Benim açımdan bu yazı daha zor ve riskli. Zira olumlu yazılar çoğu zaman ‘Hiç mi eksiği, hatası yok’ sorularına muhatap oluyor. Muhakkak vardır, ancak iyi insanların ve idarecilerin noksan tarafları olsa da, iyiliklerinin yanında devede kulak misali oluyor ve o kısma değinmeden imtina ediyorsunuz.
Tüm bunlara rağmen bazen yazmasam olmaz dersiniz. Bu da onlardan biri
Kendisi ile ilgili yazabileceğim onu özel kılan pek çok durum var, ancak kişisel hasletlerinden bahsedilmesi başta kendisini rahatsız edeceğini bildiğimden buralara girmeyeceğim.
Esasında beni, bizi ve tüm Urfa’yı ilgilendiren yürüttüğü görevi…
Urfa’ya göreve ilk başladığı dönemde kaleme aldığım yazımın başlarında “ Belki son cümle olarak daha uygun düşer ama Urfa tarihi, onu efsane vali olarak yazacak.” diye bir cümle kullanmıştım.
Geçen zaman içinde yaptıkları ve uygulamaları ile toplumun ona yaklaşımı bu öngörüyü doğruluyor.
Tanımayıp duyan herkes iyi biri olduğundan bahsediyor, yakından tanıyanlar ise daha fazlasından.
Peki onu Urfa açısından farklı kılan nedir?
En az üç farklı dilin konuşulduğu, üç farklı kültürün yaşandığı bir şehir Şanlıurfa.
Bu zor coğrafyada, sorun ve sıkıntıların yumak yumak olup idarecilerin üstüne geldiği şehirde, özveri ile görev yapan, tanındıkça sevilen ve saygı duyulan Abdullah Erin’in başarısının altındaki sebeplere bakmak gerek.
Onu farklı kılan özelliklerin başında; bölgenin dinamiklerine hakim olması, diliyle, inancıyla, yaşam tarzı ve samimiyetiyle halktan kopuk olmayışı, onlar gibi yaşıyor olması ve milletin derdiyle dertlenmeyi kendine öncelik edinmiş olması geliyor.
İçtenliğini ve samimi duruşunu, bürokrat soğukluğundan çok idareci müşfikliğini, sorunları dillendirmekten çok çözüm üreten yönünü, her konuda yorum yapmaktan çok bildiği konularda söz alışını ve daha birçok müsbet yönü onu farklı kılan özellikleri.
Köy ziyaretlerinde odada bağdaş kurabilmesi, konuşmak isteyen herkesi hoşgörü ve sabırla dinlemesi, gerektiğinde Kürtçe, gerektiğinde Arapça iletişim kurabilmesi onu halkın gözünde sevdiren durumların ilk sırasında.
Görev ve ziyaretleri sırasında çekilen fotoğraflarda yüzüne yansıyan samimi duyguları okumak hiç zor değil. Bir çocuğun sevincine nasıl tebessüm ettiğini, üzülen bir çocuğun üzüntüsünü nasıl yüreğinde hissettiğini, cenazede acılı bir babanın acısının yüzünde nasıl şekillendiğini, köy odasında belki de ilk defa karşısında bir Vali görmenin heyecanıyla söylemek istediklerini kelimelere dökmekte zorlanan birini nasıl pür dikkat dinlediğini ve önemsediği ilk bakışta anlamak mümkün.
Fakir bir ailenin dramını anlatırken gözünden gayriihtiyari damlayan yaşlara şahit olan gazeteci bir arkadaşımın, bu sahneyi anlatırken sesine düşen titreme beni oldukça duygulandırmıştı.
Şehirde yoğun çalışmanın yanında, her ne kadar buradan görülmese de sorumlu olduğu Tel-Abyad ve Resulayn bölgelerinde de aynı hassasiyetlerle aldığı sorumluluğu yerine getiriyor. Bu bölgelerde halkın önde gelenleri hassasiyetlerinden ötürü ona karşı büyük bir saygı besliyor. Normal koşullarda çözülmesi mümkün olmayan birçok mesele, onun bölgede sağladığı saygınlık sayesinde sorun olmaktan çıkıyor.
Şehre yatırım ve insani yardım için gelen kurum ve kuruluşların burayı tercih etmelerindeki sebeplerin başında Vali beye olan güven ve inanç var. Bu kurum ve kuruluşlarla irtibatları olanlar sıklıkla benim gibi benzer cümleler duymuşlardır.
Devleti temsil etmenin gereğini yaparken toplumun gerçeklerini, önceliklerini ve hassasiyetlerini gözardı etmiyor oluşu, ona karşı olan saygıyı arttırırken, aynı zamanda toplumsal olayları yatıştırma ve büyümesini engellemede büyük fayda sağlıyor. Suriyelilerle yerli vatandaşlar arasında çıkan nahoş hadise sonrası, ülke geneline yayılmaya müsait olan bir olayı nasıl yerinde çözüp tarafları teskin ettiği hepimizin hafızasında tazeliğini koruyor.
Özetle;
Vatandaşı, bürokratı, siyasetçisi, işçisi, patronu, gazetecisi, sivil toplumcusu.
Hasılı herkes Vali Abdullah Erin’e sahip çıkmalı, çalışmalarında destek olmalı, yersiz eleştirilerden, dedikodulardan ve haksız mesnetlerden uzak durup, daha çok faydalı olması için motive edici tavır sergilemeli.
Yarın ‘kıymetini bilemedik’ diye dert yanmaktansa, bugün yanında olup şehir adına ondan istifade etmektir en iyisi.
Böyle bir yazıyı Vali beyin Ekim 2018’de bir programda yaptığı konuşmasından alıntıladığım şu cümlelerle sonlandırmak uygun olur kanaatindeyim.
Şöyle demişti Vali Abdullah Erin:
“Cenab-ı Allah’ın nasip etmesiyle bu makamlara gelen bizim gibilerin üzerine düşen, sadece bu makamların hakkını vermektir. Adaletle ve hakkaniyetle hükmetmektir. Ve o insanlara verebildiği kadar kamu hizmetini, en kaliteli, en nitelikli, en düzgün şekilde ulaştırabilmektir. Bize düşen, bu bölgede devlet ile millet arasında sarsılmaya çalışılan o köprülerin yeniden inşasıdır. Milletinin devletine, valisine, kamu idarecisine yüzde yüz güvendiği, itibar ettiği bir yönetim sistemini burada hâkim kılmaktır. Onun bunun yönlendirmesiyle hareket etmeyen, sadece devletin, milletin menfaatini düşünen ve sadece Allah rızasına göre hareket eden, hukukun, kanunun, nizamın, adaletin tesis edilmesini sağlayan bir yönetim anlayışını sergilemektir. Bir yıldır bu ilkelerimizin hiçbir tanesinden taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Bunu yaparken kırılanlar, küsenler, darılanlar, eskiden böyle değildi, şimdi niye böyle diyenler olacak. Bildiğimizi hak uğrunda tatbik etmeye ve icraya devam edeceğiz. Bundan da hiç kimsenin şüphesi olmasın.”
Bir idareci için en zor şehirlerin başında gelir Şanlıurfa.
Kentin nev-i şahsına münhasır yapısı idareciler için her zaman bir ‘zor’luk oluşturmuştur.
Coğrafi büyüklük, kalabalık nüfus, etnik ve demografik yapı, aşiretlerin toplum üzerindeki etkisi, globalleşen dünyaya rağmen feodaliteyi yaşatmadaki ısrar, siyasetin bürokrasiye hükmetme çabası, göçmen nüfusu ve benzeri realiteler bu şehrin ‘zor’ bir şehir olmasına fazlasıyla yetiyor.
Tüm bunların yanında rutin devlet işleyişi, kurumların idaresi, çözüm bekleyen bürokratik sorunlar ve şehrin dinamik sosyal hayatı için su terazisi hassasiyetinde gözetilmesi gereken dengeler… Bu zor coğrafyada görev yapmak gerçekten her idarecinin harcı değil. Esasında Urfa, idare-i maslahat politikası ile görev yapmak isteyen, o meşhur ‘karışma, görüşme, bulaşma’ kolaycılığına kaçan idareciler için kolay bir yerdir. Gelirsin, oturur süreni doldurur ve gidersin. Bir taraftan rutin devlet işlerini yürütmek, bir taraftan da halkın içinde olup onların gönüllerini kazanarak adil bir idarecilik yapmak da, köklü çözümlerden uzak durup günü ve görüntüyü kurtararak görev süresini doldurmak da mümkün.
Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin, ilk tanıma uyan idarecilerden. Zamanı mıdır bilmiyorum ama, bazen yazma isteği hasıl olunca kelimeler yazıya dönmek için sabırsızlanıyor.
Kişileri, özellikle de yöneticileri konu edinen yazılar gazeteciler tarafından çok tercih edilmez. Siz ne kadar samimi olursanız olun, bu tür yazılar hep bir tarafa çekilmeye müsaittir. Hele bir de yönetici lehine olumlu kanaatler barındırıyorsa. Benim açımdan bu yazı daha zor ve riskli. Zira olumlu yazılar çoğu zaman ‘Hiç mi eksiği, hatası yok’ sorularına muhatap oluyor. Muhakkak vardır, ancak iyi insanların ve idarecilerin noksan tarafları olsa da, iyiliklerinin yanında devede kulak misali oluyor ve o kısma değinmeden imtina ediyorsunuz.
Tüm bunlara rağmen bazen yazmasam olmaz dersiniz. Bu da onlardan biri
Kendisi ile ilgili yazabileceğim onu özel kılan pek çok durum var, ancak kişisel hasletlerinden bahsedilmesi başta kendisini rahatsız edeceğini bildiğimden buralara girmeyeceğim.
Esasında beni, bizi ve tüm Urfa’yı ilgilendiren yürüttüğü görevi…
Urfa’ya göreve ilk başladığı dönemde kaleme aldığım yazımın başlarında “ Belki son cümle olarak daha uygun düşer ama Urfa tarihi, onu efsane vali olarak yazacak.” diye bir cümle kullanmıştım.
Geçen zaman içinde yaptıkları ve uygulamaları ile toplumun ona yaklaşımı bu öngörüyü doğruluyor.
Tanımayıp duyan herkes iyi biri olduğundan bahsediyor, yakından tanıyanlar ise daha fazlasından.
Peki onu Urfa açısından farklı kılan nedir?
En az üç farklı dilin konuşulduğu, üç farklı kültürün yaşandığı bir şehir Şanlıurfa.
Bu zor coğrafyada, sorun ve sıkıntıların yumak yumak olup idarecilerin üstüne geldiği şehirde, özveri ile görev yapan, tanındıkça sevilen ve saygı duyulan Abdullah Erin’in başarısının altındaki sebeplere bakmak gerek.
Onu farklı kılan özelliklerin başında; bölgenin dinamiklerine hakim olması, diliyle, inancıyla, yaşam tarzı ve samimiyetiyle halktan kopuk olmayışı, onlar gibi yaşıyor olması ve milletin derdiyle dertlenmeyi kendine öncelik edinmiş olması geliyor.
İçtenliğini ve samimi duruşunu, bürokrat soğukluğundan çok idareci müşfikliğini, sorunları dillendirmekten çok çözüm üreten yönünü, her konuda yorum yapmaktan çok bildiği konularda söz alışını ve daha birçok müsbet yönü onu farklı kılan özellikleri.
Köy ziyaretlerinde odada bağdaş kurabilmesi, konuşmak isteyen herkesi hoşgörü ve sabırla dinlemesi, gerektiğinde Kürtçe, gerektiğinde Arapça iletişim kurabilmesi onu halkın gözünde sevdiren durumların ilk sırasında.
Görev ve ziyaretleri sırasında çekilen fotoğraflarda yüzüne yansıyan samimi duyguları okumak hiç zor değil. Bir çocuğun sevincine nasıl tebessüm ettiğini, üzülen bir çocuğun üzüntüsünü nasıl yüreğinde hissettiğini, cenazede acılı bir babanın acısının yüzünde nasıl şekillendiğini, köy odasında belki de ilk defa karşısında bir Vali görmenin heyecanıyla söylemek istediklerini kelimelere dökmekte zorlanan birini nasıl pür dikkat dinlediğini ve önemsediği ilk bakışta anlamak mümkün.
Fakir bir ailenin dramını anlatırken gözünden gayriihtiyari damlayan yaşlara şahit olan gazeteci bir arkadaşımın, bu sahneyi anlatırken sesine düşen titreme beni oldukça duygulandırmıştı.
Şehirde yoğun çalışmanın yanında, her ne kadar buradan görülmese de sorumlu olduğu Tel-Abyad ve Resulayn bölgelerinde de aynı hassasiyetlerle aldığı sorumluluğu yerine getiriyor. Bu bölgelerde halkın önde gelenleri hassasiyetlerinden ötürü ona karşı büyük bir saygı besliyor. Normal koşullarda çözülmesi mümkün olmayan birçok mesele, onun bölgede sağladığı saygınlık sayesinde sorun olmaktan çıkıyor.
Şehre yatırım ve insani yardım için gelen kurum ve kuruluşların burayı tercih etmelerindeki sebeplerin başında Vali beye olan güven ve inanç var. Bu kurum ve kuruluşlarla irtibatları olanlar sıklıkla benim gibi benzer cümleler duymuşlardır.
Devleti temsil etmenin gereğini yaparken toplumun gerçeklerini, önceliklerini ve hassasiyetlerini gözardı etmiyor oluşu, ona karşı olan saygıyı arttırırken, aynı zamanda toplumsal olayları yatıştırma ve büyümesini engellemede büyük fayda sağlıyor. Suriyelilerle yerli vatandaşlar arasında çıkan nahoş hadise sonrası, ülke geneline yayılmaya müsait olan bir olayı nasıl yerinde çözüp tarafları teskin ettiği hepimizin hafızasında tazeliğini koruyor.
Özetle;
Vatandaşı, bürokratı, siyasetçisi, işçisi, patronu, gazetecisi, sivil toplumcusu.
Hasılı herkes Vali Abdullah Erin’e sahip çıkmalı, çalışmalarında destek olmalı, yersiz eleştirilerden, dedikodulardan ve haksız mesnetlerden uzak durup, daha çok faydalı olması için motive edici tavır sergilemeli.
Yarın ‘kıymetini bilemedik’ diye dert yanmaktansa, bugün yanında olup şehir adına ondan istifade etmektir en iyisi.
Böyle bir yazıyı Vali beyin Ekim 2018’de bir programda yaptığı konuşmasından alıntıladığım şu cümlelerle sonlandırmak uygun olur kanaatindeyim.
Şöyle demişti Vali Abdullah Erin:
“Cenab-ı Allah’ın nasip etmesiyle bu makamlara gelen bizim gibilerin üzerine düşen, sadece bu makamların hakkını vermektir. Adaletle ve hakkaniyetle hükmetmektir. Ve o insanlara verebildiği kadar kamu hizmetini, en kaliteli, en nitelikli, en düzgün şekilde ulaştırabilmektir. Bize düşen, bu bölgede devlet ile millet arasında sarsılmaya çalışılan o köprülerin yeniden inşasıdır. Milletinin devletine, valisine, kamu idarecisine yüzde yüz güvendiği, itibar ettiği bir yönetim sistemini burada hâkim kılmaktır. Onun bunun yönlendirmesiyle hareket etmeyen, sadece devletin, milletin menfaatini düşünen ve sadece Allah rızasına göre hareket eden, hukukun, kanunun, nizamın, adaletin tesis edilmesini sağlayan bir yönetim anlayışını sergilemektir. Bir yıldır bu ilkelerimizin hiçbir tanesinden taviz vermedik, bundan sonra da vermeyeceğiz. Bunu yaparken kırılanlar, küsenler, darılanlar, eskiden böyle değildi, şimdi niye böyle diyenler olacak. Bildiğimizi hak uğrunda tatbik etmeye ve icraya devam edeceğiz. Bundan da hiç kimsenin şüphesi olmasın.”
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.